BİLMEM KAÇINCI GÜN-2


(devamı yarın demiştim ama malum sokağa çıkma yasağı falan gelince gündem değişti bugüne yayınlamak kısmet oldu)

Kandırılmıştım...
Kandırılmak için çabalamıştım. Artık Y ile flörtöz buluşmalar yapıyor, nereleri seviyor, nereleri sevmiyor, ne yiyor ne içiyor, kimi seviyor kimi sevmiyor, birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Ben biraz daha onun tarzı olan çok kasıntı ortamları sevmezdim(gerçi hala sevmem). Ama çok ayakaltı, derbeder, salaş diye ayarı tutturamamış, kokuşmuş yerleri de sevmem(Kadıköy'ün bazı yerlerinde fazlaca var olan marjinal(!) tiplerin takıldığı mekanlar) Nedense hiç temiz gelmez o tarz bohem yerler, enerjimi düşürür. Benim için belirli bir tarza sahip samimi insanların olduğu, kimsenin birbirini rahatsız etmediği, göz süzmediği, rahat koltuklu ve her şeye fazla dahil çalışanları olmayan yerler idealdir. Bir de hayvan dostu ise mekandakiler, ohh tadından yenmez. Zira hayvanlara kötü davranan mekanlarla asla işim olmaz. Mekan seçimi biraz da benim karakterimle alakalı; fazla konuşkan, heyecanlı, hareketli ve bol kahkaha atan biri olmamdan ve arkadaş çevremin de öyle olmasından dolayı, bunu kaldıracak ortamlarda daha rahat oluyorum. Ama kasıntı diye tabir ettiğim biraz yüksek bütçeli yerleri de duruma göre severim. Ayda bir, iki ayda bir neden olmasın gibi. Neyse işte tanıyorduk, tanışıyorduk. Bir kaç kez parkta buluştuk salçalı tostu olan parklardan biriydi bu. Her şey güzel ve romantik başlamıştı aslında, aynı eski film karelerinden fırlamış gibiydi. muhallebiciye de gitseydik tam olurmuş aslında.  Ama asıl ilişkimiz Ankara'da başladı. Onun kuzeni ile benim arkadaşımın kuzeninin nikahı zamanında...(12.08.2017 )

Ankara'da beni o kadar inandırdı ki çok hoşlandığına, çok istediğine o kadar inanmıştım ki herkes gibi... ve o kadar nazikti ki bana karşı, o kadar yanımdaydı ki.. Uzun zamandan beri bu kadar huzurlu hissetmemiştim kimsenin yanında, bu kadar güvende... İlk başlarda cool olmayan cool tavırları vardı, o yüzden onu telefonuma cool diye kaydetmiştim. Baktıkça gülüyordum. Tabii seven insanda cool tavır kalır mı?(Nasıl inandırdıysa sevdiğine) Kalmamıştı... Aramalar, sormalar, merak etmeler... Bunları yazıyorum, anlatıyorum çünkü aşk güzeldir kısmı sadece bu zamanlar, sonra insanın değişimi, hiç ummadığınız tavırları insanı o kadar şaşırtıyor ki. Öyle dumur olup bakakalıyorsunuz, önce inkar ediyor, kabullenemiyor, yakıştıramıyor sonra savunmaya geçmeye başlıyorsunuz. neden? Çünkü sizi inandırmış. O perde artık inmiş gözünüze ve kendisinden başka kimse o perdeyi aralayamıyor. O da zaten aralamak yerine doğrudan, büsbütün açarak sizi kör ediyor. Aman neyse spoiler olmasın bu kadar.
Nikah sonrası adını koyduk ilişkimizin, sevgiliydik artık hem de CANIM SEVGİLİ... O herkesin yaşadığı saatlerce telefonda konuşma vs kısmını anlatmıyorum bile. Bana içinde adımın geçtiği bir şiir atmıştı onu hatırlıyorum. Oysa ki şiir sevmezdim ben abartılı gelirdi, çok sanattı be annecim. Yine de sevdim, benim için özeldi onun yaptığı her şey gerçekten çok özeldi. Hayatımda ilk defa tanıyarak birini seviyordum ve bu inanılmaz bir deneyimdi. sağlam adımlarla gidiyordu ilişkimiz. O kadar doğruyduk ki birbirimiz için..
Nikah sonrası o İstanbul'a dönmedi, ailesinin yanına gitti. Ben işime geri döndüm. O zamanlar bir yere bağlı çalışıyordum. O döndükten sonra da ben yurt dışı gezisine gittim. Bir türlü kavuşamamıştık. Yurt dışında geçirdiğim vakitte gerçekten Y hayatımda olması gereken insanmış diye düşündüm. Hatta bunu bir kartpostal ile de taçlandırdım. Hayatımı paylaşacağım insandı. Herkes öyle demez miydi? Hani görünce anlarsın, o his gelir, işte bu kişi O kişi dersin, bu benim hayat arkadaşım! Size çok önemli bir şey diyeyim, o his işleri falan yalan. Karşındaki seni sen olduğun için sevmiyorsa, sadece güzel kız gezsin yanımda diye bakıyorsa olaya, ne hayat arkadaşı yalnızca arkadaş bile olamıyor sana... 
Sonunda ikimizde aynı şehirde olmayı başardıktan sonra o kadar istekliydik ki; iş çıkışları bile görüşmek isterdik. Starbucks genel olarak hafta içi takılma yerimizdi. Ayy tantunici vardı bir tane, şimdi nasıl canım çekti... Oraya ya da çöp şiş yemeye çokça giderdik. Daha çok evlerimize yakın yerlere gidiyorduk hafta içleri. Benim hayatımın ayrılmaz parçaları olan köpeğim ve kedilerim vardı. Onu gezdirmem gerektiğinden ve bir hayli yaşı olduğundan evden çok uzaklaşamıyordum. Hiç kış insanı değilimdir ben zaten, kışın gezeyim tozayım anlayışım yoktur. Evde kahve ve film keyfi daha çok benim tarzım olsa da çıkalım dendiğinde de asla oyunbozanlık yapmam. tam tersi çok da güzel hazırlanır, öyle çıkarım. Derdim, kederim, gerginliğim varsa evde bırakırım. bu gerçek bir acı bile olsa..

Şimdi anlatacağım kısım ayrı bir paragrafı hak ediyor. O sene benim Kadıköy'den bulduğum bir yavru kedi vardı, hastaydı. Sahiplenmedi kimse. Sokağa da bırakamadım ama evde de bakamıyordum çünkü kedimiz onu kıskanıyor, evden kaçıyordu. Y : "ben bakarım aşkım senin üzülmene dayanamam." dedi. ahh ne göz boyama ama kral hareket. Karşımdaki adama bir kez daha aşık olmuştum. Hem bana hem de kediye kıyamamış o da benim gibi hayvan sever çıkmıştı. Kedimiz biraz yaramazdı ama o kadar çok seviyordu ki Y'yi. Bir süre sonra beni bile istemez olmuştu onun yanında. Tam bir aşk böceğiydi canım kızım. Artık çok güzel olmuştuk. Sevdiğim adam,ben ve kedimiz... O kadar tamam hissediyordum ki kendimi. O sene her şey o kadar mükemmele yakındı ki. Kirpiklerini çok severdim, katlanmayan kulaklarını, bana yemek yapmasını çok severdim. Kediyle oynayışını, bazen kediye sinirlenişini, öyle olduğunda onu sakinleştirmeyi, bana bakışını çok severdim, beraber maske yapmayı, kendine bir kez rimel sürdürtmese de bu konuda ısrar etmeyi, film izlerken uyumasını, sanırım onu sevmeyi çok severdim ben... 
O zamanlar sigara kullanıyorduk ve ikimizde ayranın ya da kolanın pipetiyle içine biraz içecek tutturarak sigara söndürüyorduk. Bu pis hareketi yapan sadece ikimiz olmalıydık. O kadar ortak yönümüz vardı ki...(gerçi annesi ve ben tchibo'ya tahir diyen ve konuşmayı çok seven iki insan olarak daha çok ortak özelliğe sahibiz ama)
Çok güzel bir aileydik kafamda, çok mutluyduk, sevdiğim her şey vardı o evde, daha ne isterdi ki bir insan... 

Yılbaşı onun abisinin evinde, ortak arkadaşlarımızla beraber geçti. Güzel bir geceydi. Sakin bir ev partisiydi. Zaten çok da önemi yoktu sakinliğin ya da kalabalığın. Y vardı ya yeterdi.. (İlerideki bölümlerde bana o kadar çok aptal diyeceksiniz ki okurken, şimdiden duyar gibiyim.)
Biz birbirimizi tanımaya çalışıyorduk dedim ya bir kaç satır öncelerde. Aslında ben onu tanımaya çalışıyordum. O, ben ne severim, ne içerim, ne yerim hiç önemsemedi. Bir pembe ve simli şeyleri sevdiğimi bilir o da genelde öyle şeyler gördüğümde heyecanımla çok dalga geçtiği için aklındadır.  Doğum günümde bunu bariz şekilde belli etmişti. Hiç kimsenin fiyatlardan memnun olmadığı, çok şen kahkahalarla iç içe olamadığımız bir yere gitmiştik. Nedeni ise benim öyle yerler sevmemmiş. Yok canım benim neden haberim yoktu? Tatlı, minnak, saksıda bir çiçek almıştı, getirmişti bana. Koparılmış çiçekten nefret ettiğimi ve daha çok düşünülmüş hediyeleri sevdiğimi öğrenmiş olmasına sevinmiştim. Taa ki evde bana pahalı bir kolye verene kadar. Tamam, çok güzel, çok da severim takı takmayı ancak bana yetmişti aslında o çiçek. Mutlu etmek pahalı bir kolye ve kasıntı bir mekanda doğum günü kutlamak değildi.  Buna bu kadar takılmamın asıl nedeni "sen öyle seversin" cümleleriydi. Bir başka nedeni zaten yakın vakit olan yılbaşında bana saat de almış olmasıydı. "İçinden gelmiş ne var bunda sanki bunu mu dert ediyorsun" diyebilirsiniz. Tabii ki etmiyorum. Sadece ona da size olduğu gibi kendimi tanıtmaya çalışıyordum. Para ya da pahalı hediyeler değil düşünülmüş sevgi dolu hediyeler ver demekti amacım. Sen öyle seversin cümlesinin hakkını vermekti yani. Ben öyle sevmem. Ama sonrasında özel günler dışında hiç hediye almayınca dedim ki alsın da ne alıyorsa alsın. Çünkü ben çok severim hediye vermeyi insanlara. Öyle çok büyük şeyler değil ama ya beni ya kişiyi ya da ortak bir anıyı hatırlatan şeyler gördüğümde ya da ihtiyacı olduğunu bildiğim bir şey varsa alırım hemen. Bir güne ya da özel bir duruma ihtiyaç duymadan.. Bu benim özelliğim tabii kimseden aynısını bekleyerek yapmıyorum bunu. Ben hediye verdiğimde karşımdakinin düşünülmüş hissetmesini seviyorum. En sevdiğim cümle "nasıl bildin istediğimi" ya da "tam benlik ya çok sevdim". Bunlar ve benzeri duygularla kurulmuş cümleler beni inanılmaz mutlu ediyor. Ben de sevgimi söylemekten daha çok, değer verdiğim insanları mutlu ederek sevgimi göstermeyi seviyorum. Dolayısıyla ona da, evine de, ailesine de, hatta onun arkadaşlarına bile, evet sonradan hiçbir değerim olmadığını öğrendiğim arkadaşlarına bile hediyeler alırdım. Bu sebeple arkadaşlarımdan bazılarının bana karşı  "sen neden bu kadar düşünüp hediye alıyorsun, o sana ne alıyor, yapma değeri kıymeti olmaz" şeklinde zerzenişleri bile oluyordu. Ama napayım yine sevsem birini yine yaparım, huyum kurusun. 
Dipsiz Biraz Da Gereksiz Not : Gariptir ki: bu hediyelerle sürpriz yapmayı sevmeme rağmen bana yapılan sürpriz olaylarından da hiç hoşlanmıyor, geriliyorum. Eğer dışarıda bir yerde yapılacak bir sürpriz ise; kılık, kıyafet , makyaj, gece eve dönüş saati ve planlarım gibi şeyleri düşünmem ve ona göre hareket etmem gerekiyor. Bunlar kontrolüm dışında olduğunda ben mutlu olmaktan çok mutsuz oluyorum. Evde yapılan ya da zaten planlanan vakte uygun şekilde yapılan sürprizleri kastetmiyorum. Dediğim sürpriz gibi sürprizler. Hiç belli edilmeyen, bazen oflaya poflaya hiç gününüzde değilken çıkmaya zorlandığınız sürprizler.  O kadar çok sürpriz dedim ki başıma gelecekler var herhalde... 
Velhasıl sonrasında ben pahalı hediyelere gerek yok derken adam hiç hediyeye sürprize gerek yok anladı bence ve gerçekten özel bir gün değilse hiç bir şey almadı.  Bak içimden geldi falan yok yani. Bazen yüzsüzlük edip bu çok güzelmiş ya yoksa hediye mi alacaksın bana derdim, almazdı.(gözyaşım pıt) Bir kere benimle dalga geçtiğini düşünüp gerçekten yüzsüzlük ederek aldırdım (bu arada ya kırk ya elli liralık bir şey, yani pahalı bir şey anlaşılmasın. dediğim gibi ben öyle çok pahalı şeyler seven biri değilim o kadar yüzsüzlük edemem de zaten). Bir kere de tatildeyiz nakit param yoktu, gümüş bir kolye beğendim, bey amca da nakit çalışıyormuş. Tamam bir daha ki gelişimize alayım dedim para çekip gelirim. Bir daha ki gidişimizde ben unutmuştum kolyeyi de amcayı da. oradan geçerken aklıma geldi, sağolsun o ödedi parasını ve böylece o almış oldu bana. Bey amca boynuma uğur getirsin sana diye taktı da ne uğur ama...
 Yani sonuç olarak hediyeler, romantizmler, bana yaptığı yemekler, ortak özelliklerimiz, bana beni düşündüğü için yaptığını söylediği her şey ve üzülmeme dayanamayıp evlat edindiği kedimiz,iyi insandı da kendince...
Yine kandırılmıştım, arkadaşlarım da kandırılmıştı,kandırılmıştık ...
Hala akıllanmadım...

devamı yakında...

Yorumlar

Popüler Yayınlar