BİLMEM KAÇINCI GÜN-3


"Aklında bulunsun sevgilim; Sen beni kandırmadın, ben inanmayı seçtim.." Can YÜCEL

Ne güzel bir avuntu cümlesi.. Burada bile karşımızdaki kişiyi koruyoruz, farkında değiliz. Evet inandık, hepimiz bir şeylere, birilerine, bazı sözlere, bazen bir bakışa, gülüşe inandık. Ama karşımızdakinin bizi doğru olmayan, kendi gibi davranmadığı sözleri ile kandırmış olma durumunu bizim inancımız ortadan kaldırmıyor. Başka yolu var mı? Birini henüz tanıma aşamasındayken onun sözüne inanırız, farazi şekilde kesin böyle değildir demez, diyemeyiz. Taa ki görene kadar. İşte o vakit belirli donelere dayanarak söylediği kişi değilmiş deriz ama çoktan inanmış, kandırılmışızdır. Her durumda bu hisle başa çıkmak zor olsa gerek; sahte şeylere inandırılmak... İkili ilişkilerde kandırılmış olmak, iş hayatında kandırılmış olmak, hayata dair kandırılmış olmak... Keşke herkes bir süreliğine "Yes Man" filmindeki Jim Carrey'e dönse ve herkesin gerçek düşüncesini öğrenebilsek..

Gel gelelim bize,
2018 yılı değişik bir yıldı... İlişkimizi sarsan temeller o sene mayıs ayında atıldı. Hani ben sahil tarafına gidip orada işimi gücümü yapacaktım ve bu sebeple bir ilişki istemiyordum ya, hani bu Y çok iyi çocuktu beni yarı yolda bırakmaz, hani ben onun "O KİŞİ" olduğunu hissetmiş, inanmış ona ve arkadaşlarıma bunu söylemiştim ya. Dolayısıyla gitme fikrinden vazgeçmiştim. Çünkü insan daha ne ister dediğim mutlu aile tablosu vardı karşımda. İşimi burada da yapabilirdim, sadece biraz zaman alırdı ama hayatı paylaşabileceğim insanı her yerde bulamazdım. (biliyorsunuz ailesi, görüşlerimiz, inançlarımız, aşkımız.. her şey çok uyumluydu!) Evet kaldım ve kötü bir karardı. 
Y bir akşam iş çıkışı bana "seninle önemli  bir şey konuşmam gerek" diyerek beni kahve içmeye çağırdı. Atatürk Caddesi Starbucks bu ilişkinin nelerini gördü be! Neyse, buluştuk. Ama bendeki heyecanı bir görseniz, ölüyorum ya heyecandan. Çünkü ilk defa ben demeden o benimle önemli bir konu konuşmaya karar vermiş. Hatta şöyle diyeyim ilk defa konuşmaya karar vermiş. Çocuğunuzun ilk kelimesini duyduğunuz andaki heyecan gibiydi bendeki heyecan. Bu konuşma yapılmadan bir kaç ay öncesinde o "AŞIK(!) Y", hayatının asıl aşkını bulmuş, en yakın arkadaşı P. ile birlikte iş yapmaya ve Kanada'ya yerleşmeye karar vermişti. Ve yine en yakın arkadaşı P, kız arkadaşından ayrılmış, onun ilişkiye ciddi bakmasından rahatsız olmuş, "üstüme camii kurmasına izin veremezdim" şeklindeki çirkin tabiriyle olayı bizlere aktarmış ama yine de kızı karşısına alıp, konuşup, anlatıp, saygı çerçevesinde en önemlisi İNSANCA ilişkisini sonlandırmıştı. Sanırım bu durum ilişki süresiyle değil de karşınızdaki hödük ile alakalı bir durum. 
Yine konudan dağılıyorum, ben heyecanla gittim Starbucks'a. Epey bir konuya giremeyiş ve gülüşmeden sonra bana "Biliyorsun ben Kanada planı yaptım, hayatımda en çok istediğim işi buldum, bunun için çabalayacağım, çalışacağım (farkettiyseniz ben ben ben) ve bu süreçte senin yanlış bir fikre kapılmanı istemem. (İşte geliyordu gelmekte olan) Seni seviyorum, hayatımda ol istiyorum, hatta beraber gidelim (buralar yıkama yağlama) ama evlilik müessesesine karşıyım ben. Evliliğe inanmıyorum. Seninle değil kimseyle evlenmem söz konusu değil. (göreceğiz,düğün yapıp gelinliği kendisi bile giyebilir bu büyük laflardan sonra). İki insanın birlikte olması için evlenmesine gerek yok, birbirine olan saygısı sevgisi yeter. Ve yine iki insanın birbirine bağlanması için evlenmeye gerek yok. Etik değerleri(bunu ayrılırken hiçbir şey söyleme gereği duymayan biri söylüyor,evet!), anlayışları ve birbirlerine verdikleri sözleri bir imza garantilemez, kişilere bağlıdır. Biz birbirini seven insanlarız, birbirimize güven duymamız yeterli. Sonuçta imza atmamak seni yüzüstü bırakacağım anlamına gelmiyor. (Haklı, kişi(liksiz) olunca imza ne yapsın. Gerçekten sana güvenmem inanılmaz mantıklıymış, yüzüstü bırakmadın ki sen, yüzüstü DÜŞÜRDÜN) Eğer sen farklı düşünüyorsan ben seni tutmayayım dedi dedi dedii... Kulaklarımda sadece bir uğultu kaldı. Gerçi sadece sesini duyuyor da olabilirim çünkü uğultudan farksız bir konuşması vardı.  Kendime geldiğimde dedim ki "sen her zaman gaza gelen birisin, evet kabul etmesen de hep öyleydin ve öylesin.(ve öyle de kalacak yazık). Tamam ben de şuan evlilik düşünmüyorum. Düğün dernek zaten sevmem. Pırlantadan hoşlanmayan tek kadın olabilirim. Ama ben evliliğe karşı değilim. İki insan birbirini sever, anlaşır, ister ve imzalarını atıp herkes önünde, en önemlisi de yasal olarak eş olurlar. Bence doğru olan evlilik için bir ilişki yaşamak değil, yaşadığın ilişkinin sonucu olarak evlenmek. Bunun da lafını etmek için çok erken zira ilişkimiz çok yeni,yaşanmayan onca şey var. (Ah, keşke açmeyeydim gollarımı git diyeydim!). Daha ne tatile gittik, ne bir yaz geçirdik, ne bisiklete bindik, ne çimlerde yattık, ne gün batımını izledik... hiçbir şey yapmadık ki. Yılbaşı, doğum günleri ve bir tane 14 Şubat geçirdik. Daha çok erken." Ama bu konuşma beni çok kırmıştı, gerçekten acımıştı canım. Ben onun için hayalimi ertelerken o hayali için benden vazgeçiyordu. Kimsenin benim yaptığımı doğru bulmasını beklemiyorum ama sadece bencilliğin bir ilişkiyi nasıl bitirdiğini görün istiyorum. Ben biz derken o sadece ben diyordu ve ben çoktan ona aşık olmuştum. Ondaki bu gaza gelme konusu sadece ilişkiyle ilgili değil, izlenecek filmden tutun da, gidilecek yerlere kadar.. Özeniyo arkadadaşlarına herhalde bilemiyorum. Çocukluk travması olsa gerek. Anne bana da bana da!

Neyse, en yakın arkadaşı P'nin sevgilisinden ciddi düşündüğü ve evlenmeyi istediği için ayrılmasının hemen akabinde, benimle olmak için peşimden ayrılmayan, bana mutlu olmaları, ayrılmamaları vaad etmiş o şeref abidesi Y'nin yaptığı bu konuşmanın vakti zamanı gerçekten ironik. Farkettiniz mi dediği gibi hepsi kendi kararı ve ASLA etkilenmez.. Ama nasıl oluyorsa yıllardır arkadaşı olan insanlar, Y tam bir evlilik insanıdır, gerçekten evlenilecek erkek, her düğünde vardır, evlilik tekliflerinde başroldedir, herkese ön ayak olmuştur, seninle dalga geçmez, kullanmaz, oyalamaz,saygılı,beyefendi ve dürüsttür... bu ve bunun gibi birçok cümle kuruyorlardı. Üzgünüm ama size bir haberim var. Dediklerinizin hiçbiri Y değil, yanından bile geçmez.  Hatta Y, üniversitede hoşlandığı ve bir türlü açılamadığı kıza, gaza gelip bağırarak sevdiğini mi ne söylemiş, bu konulardaki tutumu yüzünden arkadaşları beni öğrendiğinde "direkt evlenme teklif edersin sen şimdi" gibi bir cümleyle ona takılmışlardı. Söylenenler ve onun bana söyledikleri o kadar tutarlıydı ki başlarda.. Sonra neden inandın, neden kandırıldın. İnsana en çok zarar veren şey aşktan başka bir şey değil...
Sonra uzun uzaa konuşmalar devam etti bir kaç gün. Evinin orada bir simitçi vardı sürekli gidip bankında oturarak kahvaltı ederdik. Kahvaltı ederken epeyce bir konuşmuşluğumuz var konuya ilişkin. O zavallı simitçi de benim hep travmatik anlarıma şahit oldu,kıyamam. Evlilik ile ilgili korkuları vardı. Evlenince insanların değişeceğine inanıyordu, en yakın arkadaşları evlenecekti ve bu onları kaybetmek demekti(Büyük Ada'da bir balıkçıda içerken döküldü bu kelimeler ağzından) . Ama bilmediği şey her ilişkinin dinamiğinin farklı oluşuydu. Sen ne olmak istersen onu oluyordun. hani bana başta "hanımcıyız biz" dediğin zaman gibi. Bir de hanımcı olmasan neler yapardın bana acaba.  Simit yerken bir yandan da onu dinliyordum. Abisinin düğün zamanından çok etkilenmiş, imam nikahı olaylarına dahil olmuş, aile yapısı iki zıt insanın isteme,nişan,kına,düğün ve yine başka yerde düğün, nikah, dini nikah seremonileri onu inanılmaz etkilemiş ve her ilişkinin bu şekilde, her evliliğin böyle olacağını düşündürmüştü. 
Oysa ki ailemiz iki zıt kutup değildi bizim, hatta memleketimiz bile aynıydı, zaten başta mantıklı gelen en büyük etken bu değil miydi topraam? 
Oysa ki beni tanısaydı bilirdi davullu zurnalı düğün istemediğimi, kınadan tiksindiğimi, mevlidmiş, gelin almaymış, nişanmış hiç bana göre olmadığını...
Oysa ki dinleseydi beni bilirdi, söyledim de bir çok kez lafı geçtiğinde bunları. Bilmeliydi bana inansaydı ama ne bilecekti ki daha beni tanımıyordu demek ki. 
Zira O benim gibi sevdiğinin sözüne inanan biri değildi, yaşayıp görecekti onu kandırıyor muydum. Hayır kandırmıyordum. Ben onu hiç kandırmadım. Her dediğimin arkasındayım. Destek oldum, hak verdim, üstüne gitmedim, sardım sarmaladım. Uyum sağladım, saygı duydum, çalışmasına, görüşemeyişimize, işlerine, verdiği kararlara. daha ailesine söyleyemezken elinden ben tuttum.  
O yüzden ben kolay seçenek olan "ayrılalım, istemiyorum" seçeneğini eledim. Daha zor bir yola girdim; yaşayıp görelim. Sonuçta ne mi oldu? Bu konu "belki ileride duruma göre bakarız" ile sonuçlandı, yani birbirini seven iki insanın vermesi gereken şekilde verdik kararı...

Ama beni acıtmaları bitmedi. Bir şeyler yapmalıydı. konu lazımdı konu! Napabilirdi ki? Ne dese , ne yapsa; başta ağlasam,olmuyor desem, küssem de sonuçta kıyamıyordum, seviyor diyor ve tatlıya bağlıyordum. 
Sonrasında evdeki kedilerimize kafayı taktı, kendine dert etti. (mamasını suyunu o veriyor ya!) 
Neymiş? Evimizde çok kedi varmış. Neymiş? bu böyle olmazmış. gerçekten bakın abartmıyorum bu konuyu ona en az sekiz dokuz kez ciddi şekilde anlattım.Ama beyne giden damarlardan bazıları başka yerinden geçtiği için olsa gerek, konu hiç konuşulmamış gibi defalarca açtı, sordu, sorguladı. Bak Canım benim! Dinle! Evet hayvanları çok seviyorum ki bunu kendinden biliyor olman lazım, neyse..Yeri geliyor insanlardan bile çok seviyorum dedim. Ailemin de hayvansever olduğunu, her hayvanımızın sokaktan bulunmuş aciz haldeki hayvanlar olduğunu, onları görüp ölüme terkedecek yapıda insanlar olmadığımızı haliyle de evdeki kedi sayısının fazla olduğunu ama onların yazın bahçeli evimize gideceğini anlattım. Açıkladım. Ben tek başıma olsam zaten bakamazdım, benim en fazla bakabilceğim hayvan sayısı iki, gene yardım ederim ama eve almadan dedim. Ama bu durumun seninle alakası ne anlamıyorum da dedim. Yani dedim de dedim. İleride beraber yaşarken de böyle olmasından korkuyormuş. Kedimiz T var o yetermiş. En fazla iki hayvanım olacağına inanmıyormuş. Peki dedim. Bekle ve gör. Normalde kastettiğim beraber yaşarken olacakları görmesiydi. Ama  gel gör ki bundan bir sene sonra ben tek eve çıkmak durumunda kaldım ve bir kedi sahiplendim. Hala da o bir kediyleyim. Yine sokakta gördüğüm aciz hayvanlara yardım ediyorum ama evime almadan, bakımını üstlenerek ya da mamasını vererek. Yani aslında bekle ve gör dediğim zaman geldi ve ben ona kanıtladım söylediklerimin doğruluğunu ama söylediklerim ile yaptıklarımın örtüşmesi onun umurunda bile olmadı. Olsun ben kendi dürüstlüğümü ve tutarlı tavrımı çevremdekilere ve en önemlisi kendime kanıtladım ya o bana yeterdi. Y zaten neyin farkındaydı ki. Ego dizginlenmesi zor bir zaaf. Ve onun egosu herkese yeter, çevresinde kendi yoksa hiç kimseyi, hiç bir olayı, hiç bir duyguyu, hiç bir ihtiyacı görmez, göremez. Dolayısıyla anlattığım çoğu şeyi sadece dinler gibi yapar ama hala o sorduğu soruda ve kendi inandığı yaşam formundadır. Sorusu bile samimi değil. Sen anlat ya ben nasılsa sana asla inanmayacağım. seninle sadece BEN istediğim kadar ve yine ben istediğim şekilde beraberim. O yüzden senin söylemlerinin bir değeri yok. Beni seveceksin, verdiğim her kararı destekleyeceksin,  gel dediğimde gelecek, git dediğimde gideceksin. Ailemin içine sokacağım seni, her yere gideceğiz. Herkesle tanışacaksın. ama ciddi düşünmeyeceksin. Yoksa bugün seni çok seviyorum canım aşkım derken yarın hiç birşey demeden giderim. İnanamazsın. 
Doğru inanamadım.. 


devamı yakında...

Yorumlar

Popüler Yayınlar